Losta'nın tatlı sahibesinden önce özür diliyorum postu geç yayınladığım için...Oldukça heyecanlıydım aslında ama bir şekilde ertelendi. Şimdi Losta'dan güzel ve renkli kareleri paylaşıyorum sizinle...
Oda bu haldeydi, kuracağıma dair inancım tam olsa da yorulacağımı biliyordum. Kutusundan çıkarmak başlı başına bir işti. Bu parçalar birleşecek bir koşu bandı haline gelecekti, aman tanrım! Halbuki, arıyorsun servisi ücretsiz olarak gelip kuruyor! Ne diye uğraşırsın? "Ben yapacağım!" ya...
Parmak uçlarım acıyana kadar uğraştım...
ve zafer...
130 desi ağırlığındaki bu koca devi kaç kere indirdim, kaldırdım. Ben deli miyim neyim? Ama sonuçta masaj aletli, ağırlıkları olan, mekik aparatlı, pilates bantı ve twisterlı bir spor kompleksim var artık!
(Fotoğraf makinem şu an bende olmadığından, fotoğraf idare edecek artık, cep telefonundan...)
Zeynep "giy, git" demiÅŸti oysa ki...
Bu sabah yine inanılmaz yağmur vardı İzmir'de...Sabah servise ulaşana kadar ve küçük göletleri aşarken sağ kolum ve paçalar ıslandı. Servisten inip ofise geçene kadar da dizlere kadar sırılsıklam ve sağ kol biraz daha fazla...
Oysa ki bugünün yarım gün olmasından hareketle bir kaçamak yapıp çaktırmadan siyah ve deri spor ayakkabılarımla işe gidecektim :) Çıkışta Alsancak'a gideceğim için çok rahat olacaktı ama nerdeee...Nereden çıktı bu yağmur? Çizmelere talim yine. Ofiste küçük bir ısıtıcı yardımıyla kurudum neyse ki. Yağmura öfkem geçmiş değil tabi...
Uzun zamandır direndiğim yağmur botlarına 1 hafta önceki yağmur felaketinde sahip olmaya karar vermiştim. Salt moda uğruna giyilmesi, 2 kişiden birinin ayağında olması, 'şu adını bile telaffuz etmek istemediğim mağara adamı botları gibi' görgüsüzce kullanılıyor olmasının verdiği rahatsızlık nedeniyle "yok yok" diyordum. Üzerine bir de yaşı biraz elverenlerin yaptığı "biz çocukken giymeye utanırdık onları, şimdi moda oldu" yorumları :) Sabah ıslak muhabbetler yaparken arkadaşlarıma bugün yağmur botu alacağımı söylediğimde duyduğum "aaa hem çok moda onlar" yorumları da beni haklı çıkarıyordu tabi :)
Karar verdim, mağara adamı botlarına benzemiyor bu iş. Zira Ağustos sıcağında şortların altına giyilen o tasarım felaketi çirkin şeyleri asla hoş görüyor olmayacağım! Yani yağmur botları artık gerçek bir ihtiyaca dönüşmüş durumda. Özellikle bu yıl pek bir yırtık olacağını tahmin ettiğim İzmir'in göğü karşısında :)
Velhasıl sabah karar verdim, Zeynep'in yanına gideceğim ya, sonrasında adres de belli, gidip oradan alacağım.
Zeynep'le lafladık bol bol, yedik, içtik, sohbet ettik. Onunla da konuştuk nerede neler var diye, o da istiyor onlardan. Normalde kapısından içeri girmeyeceğimiz birkaç ayakkabıcı var yol üstünde, nasılsa plastik çizme dedik oralara da bakmakta fayda var! Eeee hadi bana müsaade, ulvi bir görevim var, taktım ya kafaya bugün alacağım. Bu arada hava süper sanki sabah seller basmadı İzmir'i! Günlük güneşlik! Çıktım bir güzel yürüyorum. Mağazaların birinden içeri girdim, çıktım, sonra öteki, öteki...Aradım Zeynep'i, şok tabi biz...3 dandik ayakkabıcıda fiyatlar 75 ve 90 TL. Fırsatçılık diye buna derler, yok daha neler... Çin işi, dandik plastik yahu. Woz bile 120 TL, İtalyan. Anlaşıldı, aklımdaki yere gideyim ben başka bir yere daha bakmadan. Girdim içeri, beğendim aldım, süper. Zeynep'e bir MMS attım, o da çok beğendi, "giy, git" dedi, "yok" dedim, "yağmur yok".
Çıktım, 3 dakika yürüdüm, yağmur, elimde yağmur botları...Yine yakaladın beni ama bu sefer fazla ıslatamadın...
Korkmuyorum artık senden hain yağmur!
ve one more rainy day için buraya!
Geçtiğimiz hafta izledim filmi. Keyfli bir film olduğunu söyleyebilirim. Pegasus Yayınevi'nden çıkan kitabın Radikal'deki ilanında Elvan Demirkan yorum yapmış; "Her kadın kendi hayatında Elizabeth Gilbert'in tecrübesinden bir parça bulabilir" Katılmıyorum, keşke bulsa, eğer olsaydı ortalık güçlü ve mutlu kadınlardan geçilmezdi, keşke, keşke...Derin mevzu, hiç girmek istemiyorum. Bu arada kitabı okumadım. Arkadaşımla kitap alışverişi yaparken toplamda 4 kitap aldık. Ben bunun filmini izlerim, Türkan'ın dizisini seyrederim kurnazlığıyla başka 2 kitap aldım :) Bunu arkadaşım aldı, 'benden alır okursun' dedi. Bu arada bu kitabı okuyan stajyerime de bu hafta pek takıldım. 'Ohooo sen daha oku, ben izledim bitti bile :)' Okuyacağım ama mutlaka çünkü hikaye o kadar dolu ki bana kalırsa sığmamış filme. Elizabeth'in hayatı eğlenceli. Benim gibi kendi kararlarını çok net ifade edebilen ve onları hiç düşünmeden hayata koyan biri için (Tanrım bunun için teşekkür ederim!) keyifli bir hikaye. Üstelik yemek yemek benim için vazgeçilmez bir yaşam keyfi iken, hatrı sayılır bir 'tanrıya duacı' iken, ee sevmek konusunda da dağı, taşı, otu ayırmazken hikaye keyifli olmasın mı? Yalnız kitabın devamı var, Ye, Dua Et, Sev kaldığı yerden devam ediyormuş. Ye, Dua Et, Evlen. Orada dur bir dakika Liz :)
Bu posta eÅŸlik etsin diye
hiç durmadan...
bir dergiyi okuyorum sonra ötekini...
birinin revizelerini kontrol ediyorum sonra ötekinin...
bitti derken öteki başlıyor...
hiç sonu gelmeyen bu döngüyü seviyorum sanırım.
en çok da basılı halde elime geldiğinde keyiflenmeyi...
Bütün yazı birlikte geçirdiğim sevgili dostum, ev arkadaşım Bettina. Ne iyi ettin de geldin, hayatıma girdin. İyi ki seni tanıdım, tanıdığıma da çok sevindim. Sen gittin, en son ne zaman gidenin arkasından ağladığımı hatırlamayan ben sabahın 5'inde seni uğurlarken ağladım...
Gelirken hediyeleriyle gelen, giderken hediyeleriyle giden sen, gönderdiğin paketle beni bir kez daha gülümsettin.
Hediyelerinin her biri beni ne kadar iyi tanıdığının birer göstergesiydi :) Çikolata canavarı için alınmış bolca çikolata, en bitterinden, en bi değişik çeşitlisinden, sonra kahve, Alman usulü makarnalar, özel tasarım peçete hem de deniz manzaralı, fırından mis gibi cookie, muffin kokuları biraz daha yükselsin diye süper bir fırın eldiveni, şekerler, çeşitli duş malzemeleri, kırmızı oje, Nutellalar, ölçü kabı ve shaker...ve o çok sevdiğim mektuplarından biri daha...
Sadece beni değil, Türkiye'de tanıdığın ve ailem dediğin herkesi de düşünmüşsün. Hepsine ayrı ayrı, özel notlarını iliştirdiğin çikolatalarınla hepsini gülümsettin. Manikürcünün istediği özel törpüyü bile unutmamışsın!
Bir de iyi Türkçe bilmediğini söylüyorsun, daha neler! Kimse 3 ayda daha iyisini yapamazdı!
Geldiğimde daha fazlasını alacağız ;)
Her şey için tekrar teşekkürler...Öncelikle dostluğun için...
Hepimiz seni çok seviyor ve özlüyoruz...
1 Eylül 2010
Şu temizlik olayına bayılıyorum...Bir de ben yapmadığım zaman daha bir bayılıyorum :) Ama nedense yine de yoruluyorum. Sanıyorum bu defa biraz fazla dağıtmışım :) Öyle ki Eskişehir seyahatinden sonra hala yerde olan bavulumu bugün kaldırdım ve odanın bilumum yerlerine asılmış gömlek, pantolon ve ceketleri...Ütücüye götürüyorsun gömlekler ve pantolonlar ütüleniyor, ev başka birileri tarafından temizleniyor fakat dağınıklığı başkası toplayamıyor maalesef! Bunu da bir şekilde çözmem lazım :)
Çok sevdiğim koltuklarımı da yıkattım bugün, geldiler bir güzel makineyle köpük köpük yıkadılar, oh miss. Halılar da silindi ve şimdi her şey ıslak :)
Kurusunlar diye kapı, cam açık, müzik açık, benim zihnim açık :)
Filtre kahvemi yudumlarken çok sevdiğim radyo frekansındayım.
İçim rahat, huzurlu bir Pazar akşamı ve sanırım bu defa Pazartesi'ye hazırım...
Çok sevdiğim koltuklarımı da yıkattım bugün, geldiler bir güzel makineyle köpük köpük yıkadılar, oh miss. Halılar da silindi ve şimdi her şey ıslak :)
Kurusunlar diye kapı, cam açık, müzik açık, benim zihnim açık :)
Filtre kahvemi yudumlarken çok sevdiğim radyo frekansındayım.
İçim rahat, huzurlu bir Pazar akşamı ve sanırım bu defa Pazartesi'ye hazırım...
Gab 'mim'lemiş beni, peki. Biraz düşündük bunlar çıktı, işte hayatımdaki 7 önemli şey!
1. önemli şey: Ailem. Ama öyle büyük öyle kocaman ki! Sadece annem, babam, kardeşim değil. Teyzelerim, kuzenlerim, dostlarım da var içinde...Onlar kendini bilir, bu postu okurken gülümserler, gözleri parıldar...
2. önemli şey: Yaşanmışlıklarım. Acısıyla, tatlısıyla, getirdikleri ve götürdükleriyle... Yaşadığı hiçbir şeyden pişman olmayan ve dönüp arkasına bile bakmayan ben, her şeyiyle seviyorum geçen 30 yılımı.
3. önemli şey: Atasözleri ve deyimler: Her konuda söyleyecek mutlaka bir atasözü veya deyimim vardır. Bayılırım kullanmaya. Anlatımı zenginleştirir, ortamı keyiflendirir ve işleri kolaylaştırır ;) Su akar yolunu bulur...Her işte bir hayır vardır...
4. önemli şey: İzmir! Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi'nde okurken (ki en iyi iletişim eğitimini orada alırsınız) ayrı kalmaya dayanamadığımdan Ege Üniversitesi'nde öğrenimime devam etmeme sebep olacak kadar... Tüm kariyer fırsatlarının İstanbul'da olduğunu bilmeme rağmen inatla "burada öleceğim!" kararımdan caymayacak kadar çok sevdiğim güzel şehrim! Evim; huzur bulduğum, keyiflendiğim, paylaştığım, eğlendiğim, dinlendiğim gizli mabetim, sığınağım.
5. önemli şey: Karakterim. Seviyorum, çok seviyorum hem de. Yaradılışımı, hayata karşı duruşumu, tanıyanların çok sevdiği, tanımayanların soğuk, uzak ya da ters bulduğu 'ben'i.
6. önemli şey: Fotoğraf çekmek. .......... gidelim teklifine bile "fotoğraf makinem yanımda yok!" diye gitmek istemeyecek kadar çok seviyorum. Fotoğrafını çekemediğim bir yeri yaşanmamış sayacak kadar çok. İstediğim kareyi yakalayamazsam bütün aklımı orada bırakacak kadar çok.
7. önemli şey: Filmlerim ve okunacaklarım. Bazılarının henüz poşetlerini bile açamasam da, her seferinde 3'er 5'er, son seferde 22 tane birden :) ekleyerek çoğalttığım film arşivimi, evde okunmayı bekleyen her türlü kitap ve dergilerimi seviyorum. Elime geçen her dergiyi ilk defa dergi görüyor gibi heyecanla karıştırmayı çok seviyorum mesela :)
Benim çok daha fazla 'önemli şey' im var aslında. Burada şu an ifade edilebilecek olanlar, ilk akla gelenler bunlar ;) Blogun içine yedirilir kalanlar zamanla. Şimdilik bu kadar. Sevgiler...
veee seni 'mim'ledim Zeynep :)
Twinings Collection'dan bu sabah,
four red fruits...
kokusunu tarif etmem mümkün değil,
tadını da.
fincanı burnuma yaklaştırıp derin derin içime çekiyorum...
...
..
.
ayaklarımı karnıma doğru çekiyorum...
yeşil battaniyemi belden biraz daha yukarıya...
koltuğa şöyle bir yerleşiyorum.
dışarıda yağmur, pencereden sokağı izliyorum.
.
..
...
sanırsın.
ama yok ofisteyim :)
bendeki hissiyatı bu!
bu sabah gözlerimi 7:30'da açıp kısa süreli bir "geç kaldım!" algılamasından sonra evde daha fazla vakit geçirince...
otoban yerine şehir içinden gidip daha fazla 'yaşam' görünce...
kahvaltımı ofis yerine arabanın içinde yapınca...
ve işe 1 saat geç gelmenin verdiği o garip konsantrasyon güçlüğü yaşanınca...
haliyle bedenin tamamını getirsen de ruhun önemli bir kısmı geride kalıyor.
bu sabah da böyle bir sabah işte!
şimdi Nero'da bir kahve keyfi yapmak vardı.
bundan da, bundan da şımarıklığı...
bir dahaki sefere şunu yemeliyim kararlılığı...
daha az görmek, daha çok gözlerimi kapatmak istiyorum...
daha fazla uyku isteÄŸi...
akÅŸam olsa da eve gitsek geyiÄŸi...
sabah gözlerimi açar açmaz eve gelsem de yatsam dileği...
nasıl melul melul bakıyorum yatağıma,
nasıl bir duygusal bağ var aramızda, en çok bu ara...
bu ne yapacağını bilmez havalardan mıdır nedir?
böyle kasvetli, ıslak...
ben de aynı oranda kasvetli oluveriyorum.
benim kış modu devreye girecek yine, yakında!
daha çok film seyredecek, daha fazla şey okuyacak, daha çok yayacağım...
evdeki bilmek kaç yüz tane olan filmleri yavaştan izlemek lazım tabi...
sonra baharla birlikte yine kabak çiçeği olup açılacağım nasıl olsa,
bunu da biliyorum.
en çok da bunu seviyorum,
yağmurun ardından açan güneşli günleri...
oldukça soğuk hem de...
sorguluyorum birçok şeyi...
zorunlu ihtiyaçlarıma bile ayıracak vakit yokken hem de.
ondan mı zonkluyor başım bilmem...
nefesim bundandır mı, kesiliyor?
bedenin buradayken ruhun evinin koltuklarında oturur mu? oturuyor işte!
en sevdiği fincanıyla kahve mi içmek ister ruhun? istiyor!
beynimin zonklaması geçince, az biraz da nefes alabilince biliyorum bir yol açılır bana.
bu hep böyle olmadı mı?
oldu!
Akyaka tatili kısa kesilip rota değiştirilir, Selimiye'ye varılır...yeniden ayaklar yere basar...
Selimiye ilk defa görülüyor gibi keşfe çıkılır...
Selimiye bu kez çok keyiflidir, Selimiye mutluluktur, huzurdur, işte Selimiye şimdi yaşanır...
Bu çocuk nasıl kibardı ya, geç, yok, bekler, geç tatlım, yok, zor ikna ettim :) o kadar hoşuma gitti ki fotoğrafın düzgün çekilmiş halini bile koymadım :)
gün batımı ayrı güzel...
akşamı ayrı...
gündüzü ayrı...
ya renkleri...
tadı da bir başka...
Losta'ya bayılıyorum, kendimden geçiyorum orada...mavi çiçekli olanı şimdi bende ;) Losta ise daha detaylı olarak bir sonraki postta...
gördüğüm en psikopat kedi, oldukça cesur ama cahil cesareti onunki, dikkatle bakacak olursanız bir gözünü kaybettiğini göreceksiniz, çok normal, çünkü köpeklere saldırıyor :) bu poz da bir köpeğe saldırdıktan hemen sonra çekildi...
kedi dediğin miskindir, bunun gibi oturur, mayışır, uyur...
giderayak...
gidilecek yol, görülecek yer bitmez...
çekilecek fotoğrafın sonu yok...
11 Eylül Cumartesi
Selimiye ilk defa görülüyor gibi keşfe çıkılır...
Selimiye bu kez çok keyiflidir, Selimiye mutluluktur, huzurdur, işte Selimiye şimdi yaşanır...
Bu çocuk nasıl kibardı ya, geç, yok, bekler, geç tatlım, yok, zor ikna ettim :) o kadar hoşuma gitti ki fotoğrafın düzgün çekilmiş halini bile koymadım :)
gün batımı ayrı güzel...
akşamı ayrı...
gündüzü ayrı...
ya renkleri...
tadı da bir başka...
Losta'ya bayılıyorum, kendimden geçiyorum orada...mavi çiçekli olanı şimdi bende ;) Losta ise daha detaylı olarak bir sonraki postta...
gördüğüm en psikopat kedi, oldukça cesur ama cahil cesareti onunki, dikkatle bakacak olursanız bir gözünü kaybettiğini göreceksiniz, çok normal, çünkü köpeklere saldırıyor :) bu poz da bir köpeğe saldırdıktan hemen sonra çekildi...
kedi dediğin miskindir, bunun gibi oturur, mayışır, uyur...
giderayak...
gidilecek yol, görülecek yer bitmez...
çekilecek fotoğrafın sonu yok...
11 Eylül Cumartesi